DOLAR 42.10 ₺
EURO 48.65 ₺
STERLIN 55.38 ₺
G.ALTIN 5,413.42 ₺
BTC 109,032.87 $
ETH 3,818.83 $
BİST 10,971.52
    SON DAKİKA
    ads
    ads

    Ayşe Aktaş

    Ayşe Aktaş

    Sahi çocuk neydi?

    Yayınlama: 23 Ekim 2025 Perşembe 18:40 Okunma: 633

    Bir dere kenarında bulundu, üzerine yüklenmiş olanca ağırlığı kalbimize bırakarak. Leyla… Mavi gözlerini hatırlayan var mı? Büyük büyük insanların dünyasında küçücük bir yeri olacaktı. Ama onu en çok koruması gereken kişiler hayattan kopardı. Onu sardıkları battaniye soğuyan bedeninin ısıtmaya yetmedi. Narin… Terliğinin rengini hatırlayan var mı?  Kadıköy’de bir Pazar yeri. Yerde güzel yüzlü bir çocuk, Ahmet… Kaykayına binmek tek isteği.  Elinde silahla poz veren çocuklar. Sözde onlar da çocuk.

    Sahi onlarda çocuk mu?

    Türkiye’de her yıl binlerce çocuk istismara uğruyor, suça sürükleniyor. Belki sistemin, belki de toplumun tıkanmış noktalarında kaybolup gidiyor. Bu çocuklar ana haber bültenlerinde yayınlanan istatistiklerde rakamlarla ifade ediliyor olsa da kaybettiğimiz her yavrunun geleceğimiz olduğunu bir kere daha hatırlayalım istedim.

    Bu röportajda, UCİM (Saadet Öğretmen Çocuk İstismarı ile Mücadele Derneği) Türkiye Hukuk Koordinatörü Av. Mine Rana Kahramanoğlu ile çocuk istismarıyla mücadeleyi, suça itilen çocukları ve bu karanlığa karşı nasıl ışık yakabileceğimizi konuştuk.

    Haber Resmi
    Haber Resmi

    Ayşe Aktaş: Konu derin, çokça can yakan ve bir o kadar da hassas.  Son zamanlarda çocukların şiddete olan eğilimleri ve suça karışma oranları çok arttı. Sorun nerede başlıyor?

    Mine Rana Kahramanoğlu: Çocuklar kötü doğmaz. Onlar, içinde bulundukları çevrenin, yaşadıkları travmaların ve yetişkinlerin yansımalarıdır. Eğer çocuklarımızı koruyamıyorsak, bu bir toplumsal sorumluluk eksikliğidir. Her çocuk bir aileye doğar. Doğduğu ailenin güvenini, şefkatini, sevgisini hissetmek üzere dünyaya kucak açar. Ancak ailede var olan sevgisizlik, fiziksel, duygusal şiddet çocukların hayata karşı tüm dilini değiştirir. İşte o dil şiddetin dili olmaya başlar. Sonrasında eğitim ve öğretimin kuralları ile karşılaşır.

    Ayşe Aktaş: Aile, okul ve çevre gibi faktörlerin bu çocukların suçla tanışmasında nasıl bir etkisi var? Çocuklarımızı neden koruyamıyoruz?

    Mine Rana Kahramanoğlu: Eğitimde fırsat eşitsizliği, yoksunlukla yolu kesişen çocuklarımızın ailede başlayan şiddetin okullarda sadece akademik bilgi vermesi ile daha da duygusal boşluklarla dolu bir birey olma yolunda ilerler. Okullarda sadece akademik bilgi verilmemeli, gerçek bir değerler eğitimi, duygusal farkındalık, empati gibi sosyal becerilerin kazandırılması gerekiyor. Ancak çoğu eğitim sistemi hâlâ sınav odaklı ve çocukların iç dünyasına dokunamıyor. Çocuklar artık çok küçük yaşta internete maruz kalıyor. Şiddet içerikli oyunlar, videolar, akran zorbalığı, kötü örnek teşkil eden fenomenler çocukların algılarını değiştiriyor. Empati yetenekleri zayıflıyor, şiddet "normal" hale geliyor. Birçok çocuk travma yaşıyor ama bunu ifade edemiyor. Ne ailede ne okulda yeterli psikolojik destek var. Tedavi edilmemiş bir çocukluk yarası, ileride öfke, saldırganlık ve suça dönüşebiliyor. Temel ihtiyaçları karşılanamayan çocuklar, suça karışmaya daha yatkın hale geliyor. Gelecek hayali kuramayan, umudunu kaybetmiş bir çocuk, kolaylıkla kötü çevrelere sürüklenebilir. Çocukları "koruyamamak" aslında birçok sistemin birlikte iflas ettiğini gösterir. Ama hâlâ geç değil. Bir çocuğun hayatına dokunmak, geleceği değiştirebilir. Belki de bu yüzden bu konuları konuşmak, yazmak, düşünmek ve harekete geçmek her zamankinden daha önemli.

    Ayşe Aktaş:  “Suça sürüklenen çocuk” tanımı son zamanlarda sıkça duyduğumuz bir kavram. Bu konuda ne söylemek istersiniz?

    Mine Rana Kahramanoğlu:  Suça sürüklenen çocuk” kavramı, Türk hukuk sisteminde ve çocuk haklarına dayalı uluslararası belgelerde özel bir anlam taşır. Bu kavram, bir çocuğun suça karıştığı gerçeğini etiketlemeden, onu bir “fail” gibi göstermek yerine, içine itildiği şartları ve çevresel etkileri göz önünde bulundurarak değerlendirmeyi amaçlar. Türk Ceza Kanunu’na göre bir çocuk, 18 yaşını doldurmamış kişi olarak tanımlanır.
    5237 sayılı Türk Ceza Kanunu ve 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanunu’nda “suça sürüklenen çocuk”, kanunlara göre suç sayılan bir fiili işlediği iddia edilen veya bu nedenle hakkında işlem yapılan çocuk anlamında kullanılır.

    Bu terim, çocuğun tamamen kendi iradesiyle değil; çoğunlukla çevresel, ailesel ve toplumsal faktörlerin etkisiyle suça yöneldiği anlayışına dayanır. Ancak ülkemizde yaşanan ve her gün duyduğumuz acı haberler ve Ahmet Minguzi çocuğumuzun bir pazar yerinde savunmasızca ve acımasızca, vahşice öldürüldüğü olay hepimizin suça sürüklenen çocuk kavramını yeniden irdelememize, ceza kapsamının değişmesi için harekete geçmemize neden olmuştur. 11.yargı paketinde de bu konuda büyük değişiklikler yapılması bekleniyor. Bu da bize gösteriyor ki ceza hukuku çocuk kavramına doğru yerden baksa da bu durum maalesef suç çeteleri tarafından art niyetli kullanılmaya ve de masum çocukları koruyamamamıza yol açıyor. Katalog suçlar açısından cezaların miktarı ve caydırıcılığının bu tip suç işleyen kanununa göre çocuk sayılan bu suçun faillerine daha da arttırılmış şekilde uygulanması gerekiyor. Elbette cezalar değişirken bu faillerin toplumda nasıl yetiştiğinin de belirlenmesi ve kök nedenin bulunarak hem aile hem okul hem sosyal medyanın büyük bir rehabilitasyondan geçmesi gerekiyor.

    Ayşe Aktaş: Türkiye’de çocukların suç örgütleri tarafından kullanılmasını önlemek için hangi adımlar atılmalı?

    Mine Rana Kahramanoğlu : Çocukların suç örgütleri tarafından kullanılması, onları hem suçun içine çeken hem de suçtan çıkar sağlayan kişiler tarafından araçsallaştırılan bir şiddet döngüsüne sokuyor. Bununla ilgili temel başlıkları şöyle sıralayabiliriz; suç örgütlerinin çocukları “ceza indirimi” nedeniyle tercih etmesi, yoksul ve kırılgan bölgelerde devletin sosyal varlığının zayıf olması, çocukların okul dışında vakit geçirecek güvenli alanlarının olmaması, kötü arkadaş çevresi ve mahalle baskısı, aile içi ilgisizlik ve istismar, kolluk kuvvetlerinin yeterince donanımlı ve duyarlı olmaması.

    Ayşe Aktaş: Evet devlete de bu konuda herkesten çok iş düşüyor

    Mine Rana Kahramanoğlu: Devlet sadece suç işleyeni cezalandıran değil, suç oluşmadan önce önleyici ve koruyucu rol üstlenen bir yapıya dönüşmelidir. Suç örgütleri boşluklardan beslenir; o boşlukları kapatmak devletin, yerel yönetimlerin ve sivil toplumun ortak görevidir. Çocukları suç örgütlerinden korumak, sadece cezalandırmayla değil; önleyici sosyal politikalarla, kuvvetli aile desteğiyle, etkin eğitim sistemiyle ve güçlü bir sosyal devlet anlayışıyla mümkün olur.

    Ayşe Aktaş :Neler yapılabilir?

    Mine Rana Kahramanoğlu :Riskli bölgelerde sosyal koruma ağları oluşturulmalı, mahalle temelli sosyal hizmet merkezleri kurulmalı , aktif bir çalışma alanı kurularak sosyal hizmet uzmanları, psikologlar çalışmalı, risk altındaki çocuklar belirlenip sürekli izlenmeli, hukuki mekanizma güçlendirilmeli, sadece suçu işleyen değil çocukların suçta kullanılmasını organize eden kişilere karşı daha ağır cezai yaptırımlar gelmeli, kolluk kuvvetleri içinde çocuk suçlarıyla mücadele birimleri oluşturulması, eğitim ve okul sistemi güçlendirilmeli, okulu terk eden çocuklar takip altına alınmalı, açık öğretim değil aktif destek programlarına yönlendirilmeli, öğrencilere yönelik rehberlik ve psikolojik danışmanlık hizmetleri artırılmalı, okullarda değerler eğitimi, empati, şiddetle baş etme gibi programlar uygulanmalı, Suçun “romantize edilmesi” veya “kahramanlaştırılması” medya içeriklerinde engellenmeli.

    Ayşe Aktaş: Cinayet işleyen çocukların psikolojik durumları ile ilgili neler söyleyebilirsiniz? Bu çocuklar rehabilite edilebilir mi? Ceza mı, tedavi mi öncelikli olmalı?

    Mine Rana Kahramanoğu: Bu soru hem psikoloji hem hukuk hem de etik boyutları olan çok katmanlı bir mesele. Her çocuk farklıdır, ancak bu tür ağır suçlara karışan çocuklarda bazı ortak psikolojik özellikler ve yaşantılar öne çıkar. Travmatik geçmiş, duygusal yoksunluk ve empati eksikliği, psikiyatrik bozukluklar (bazı durumlarda tıbben kanıtlanmış ise), zorbalık, dışlanma, aşağılanma gibi sosyal travmalar, kendini ispat etme ihtiyacıyla işlenen şiddet eylemleri, suçun normalleştirildiği çevrelerde büyüme.

    Rehabilitasyon mümkün mü?  Ceza tek başına çözüm değildir ancak cezaların arttırılması da önemli bir husustur.
    Çocukları cezalandırmak, ama neden cinayet işlediklerini anlamadan ya da onları iyileştirmeden cezalandırmak, sadece sorunu erteler. Suçun ağırlığına göre karma yaklaşım muhakkak uygulanmalı, cezaların arttırılması ve rehabilitasyon.

    Ayşe Aktaş: Toplumda çocuk istismarıyla ilgili en büyük yanlış algı sizce nedir?

    Mine Rana Kahramanoğlu: Çocuk istismarı, yalnızca cinsel istismarı kapsamaz. Fiziksel, duygusal, ekonomik ve ihmal gibi farklı türleri vardır. Üstelik, istismarın büyük çoğunluğu çocuğun tanıdığı kişiler tarafından, yani aile içinde veya yakın çevrede gerçekleşir. Oysa çocuk istismarı; fiziksel, duygusal, cinsel ve ihmali kapsayan çok boyutlu bir travmadır ve çoğu zaman çocuğun en yakınları tarafından uygulanır. Çocukları dinlememek ve istismarı görmezden gelmek. Çocukların yalan söylediğine ya da başlarına gelen istismarı uydurduğuna inanmak. Her zaman söylediğim gibi toplum en büyük faildir ve fail olduğu için de istismarı yok saymaya meyillidir. Tabi toplumun hiçbir zaman iyileşemeyeceği anlamına gelmektedir. Çocuk istismarını ve ihmalini görmezden geldiğimiz her an toplumun tüm katmanları yaralanmaktadır. O nedenle farkındalık, bu konuda eğitim ve çocuk adalet sisteminin gelişmesi çok önemlidir.

    Ayşe Aktaş: Ailelerin ve öğretmenlerin çocukları koruma konusunda daha bilinçli olması için neler yapılmalı?

    Mine Rana Kahramanoğlu: Aileler ve öğretmenler, çocukların yaşamındaki en temel koruyucu kalkanlardır. Ancak bu kalkanın etkili olabilmesi için bilinçli, duyarlı ve eğitimli olmaları gerekir. Ne yazık ki, çoğu zaman istismar, şiddet ya da suça sürüklenme gibi durumlar ya fark edilemez ya da görmezden gelinir. Bu yüzden çocukları koruma konusunda sadece “iyi niyet” değil, doğru bilgi ve beceri gereklidir. Zorunlu ve farkındalıklı eğitim programları, istismarın hem hukuki hem psikolojik boyutunu öğrenme, çocuklarla iletişim becerilerinin geliştirilmesi, ihbar yükümlülüğünün doğru anlatılması, her okulda çocuk koruma birimi veya görevlisi olması, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, okullarla düzenli iş birliği içinde olmalı, şüpheli durumlar için ailelere ve öğretmenlere açık, hızlı ulaşılabilir danışma ve ihbar hatları (ALO 183 gibi) tanıtılmalı.

    Ayşe Aktaş: Sosyal medya ve çevrim içi platformlarda yer alan istismar konusunda ne düşünüyorsunuz?

    Mine Rana Kahramanoğlu: Çevrim içi istismar sadece dijital bir problem değil; aynı zamanda ahlaki, hukuki ve psikolojik boyutları olan toplumsal bir meseledir. Bu konuda hem birey olarak farkındalık sahibi olmak, hem de kurumları ve platformları hesap vermeye zorlamak gerekiyor. Siber zorbalık (cyberbullying), gizlilik ihlali (izinsiz fotoğraf paylaşımı, ifşa), manipülasyon ve psikolojik şiddet, dijital taciz veya ısrarlı takip (stalking), dolandırıcılık ve duygusal sömürü gibi birçok başlık altında gerçekleşen istismarın çocukları en az gerçek hayattaki gibi etkilediği hem fiziksel hem de psikolojik olarak etkilediği yadsınamaz. Günümüzde istismara karşı sadece tek bir cephede değil birçok cephede savaşmaktayız. O nedenle sosyal medyadaki tehlikenin farkına varmak, ebeveynleri ve eğitim kurumlarını bu konuda daha dikkatli ve farkındalıklı hale getirmeliyiz. Tabi bunu yaparken de internetin hayatımızın ve çocuklarımızın geleceğinin bir parçası olduğunu da unutmamalıyız. Birçok Avrupa ülkesinde okullarda, markette ve birçok kamuya açık yerde sosyal medyayı dikkatli kullanmaları konusunda çocukları ve ebeveynleri uyaran mesajlar yayınlanmakta tehlikenin farkında olana ülkeler yasaktan ziyade uyarıcı ve farkındalık oluşturan kampanyalarla sosyal medyanın zararlı etkilerini önlemeye çalışmaktadırlar. Ülkemizde çocuklarının her anını sosyal medyaya koyan, sınırsız dijital materyallerle oynamasına, seyretmesine izin veren ebeveynlerin çokluğu henüz bu farkındalığın gelişmediğini de ortaya koymaktadır.  

    Ayşe Aktaş: Çocuğun beyanı neden esas alınmalıdır? Bu beyanlar hangi koşulları taşımalı?

    Mine Rana Kahramanoğlu: Çocuğun beyanı bazen tek ve en güçlü delildir. Çünkü hiçbir istismarcı istismarı kamuya açık bir yerde gerçekleştirmemektedir. Bu nedenle çocukların beyanı dikkatli, çocuğu iyi dinlenerek, örselemeden ve psikolojik destek ile alınmalıdır. Ayrıca eğitim kurumları ve ebeveynler bu konuda bilinçlendirilmeli çocukları dikkatli takip etmeli, istismarın belirtileri bilinmeli, çocuğun istismarı anlatması ile derhal yasal süreci başlatmalı ve delil aramak için beklememelidirler.

    Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’ye göre çocukların korunması devletlerin yükümlülüğüdür. Bu da beyanlarının ciddiyetle değerlendirilmesini gerektirir. Özellikle çocukların defalarca beyanları alınmamalı ikincil travma yaşatılmamalıdır. Bu nedenle muhakkak uzmanlar tarafından ve doğru şekilde çocuğun tutarlı beyanda bulunması için gerekli ortam sağlanmalıdır. Bu nedenle Çocuk izlem Merkezleri’nin arttırılması ve her il ve ilçede olması gerekmektedir. 

    Ayşe Aktaş: Çocuk istismarı ve çocukların korunması kapsamında unutulma hakkı nedir? Bunu biraz anlatır mısınız?

    Mine Rana Kahramanoğlu: Çocuğun unutulma hakkı, özel hayatın gizliliği, onur ve saygınlığın korunması hakkı ile doğrudan bağlantılıdır. Çocuğun görüntü, ses veya resminin sosyal medyada paylaşılması aynı zamanda çocuğun çevrimiçi ortamlarda silinmeyen bir dijital ayak izinin de oluşmasına neden olduğundan, ebeveynlerin bu paylaşımları çocuğun unutulma hakkının, özel hayatının gizliliği ile onur ve saygınlığının korunması hakkının da ihlaline neden olmaktadır. Sanal ortamda beğeni, yorum ve değerlendirmelere maruz kalan çocuğun gelişimi olumsuz yönde etkilenmektedir. Sosyal medya aracılığıyla çocuğun kişilik hakkının ihlali durumunda, Türk Medeni Kanunu (TMK) m. 25 gereğince kişiliği koruyucu davalar, velayet hükümleri kapsamında TMK m. 346 ve devamındaki hükümler gereğince çocuğun korunmasına yönelik yaptırımlar ve Çocuk Koruma Kanunu kapsamında başvurulabilecek hükümler mevcuttur.  Özellikle son yıllarda çocuklara ait görüntü, ses ve fotoğrafların ebeveynler tarafından ölçüsüz şekilde paylaşılması çocuğun kişilik hakkının çok yönlü ihlaline neden olmaktadır. Sadece ebeveynlerin değil, aile yakınlarının, öğretmenlerin, çocuğun bakımıyla ilgili kişilerin, sağlık personelinin veya doğum fotoğrafçılarının da çocukla ilgili resim veya görüntüleri kontrolsüzce sosyal medyada yayınladıkları görülmektedir. Bununla birlikte, çocuğa ait kişisel verilerin internet ortamında paylaşım konusu yapılması sonucunda çocuğun sürekli olarak erişilebilir dijital bellekte yer alması da ayrı bir hukuki sorun teşkil etmektedir. ABD’de yapılan bir araştırmada, çocukların %92’sinin iki yaşından önce internet ortamında var olduğu, neredeyse üçte birinin hayatlarının ilk yirmi dört saati içerisinde çevrimiçi paylaşıldığı ve sosyal medya hesabına sahip bir ebeveynin beşinci yaş gününe kadar çocuğunun yaklaşık 1000 fotoğrafını paylaşmış olabileceği belirtilmiştir. Bu rakamın ülkemizde de azımsanmayacak şekilde olduğunu düşünmekteyim. Yapılan paylaşımların herkese açık şekilde yapılması da ayrı bir hukuki sorun yarattığından, ebeveynlerin sosyal medya hesaplarındaki çocuğa ilişkin fotoğrafları sadece kendilerinin görebileceği şekilde ayarlamaları gereklidir. Çoğu zaman çocuğun fotoğrafları paylaşılırken, çocuğun kişisel verilerine de yer verildiği görülmektedir. Örneğin, bir doğum günü partisi fotoğrafı paylaşıldığında çocuğun adı, soyadı, yaşadığı yerin konum bilgisi, çocuğun yaşı gibi birçok kişisel bilgi de paylaşılmaktadır. Unutulma hakkı bir çocuk için geleceğe dair ihlali çok kötü sonuçlar doğurabilecek bir ihmal ve istismarın önlenmesi için en önemli haklardan biridir.

    “Kahramanlık güç değil cesaret, cesaret dünyayı iyilikle değiştirmek için mücadele etmektir”
    Haber Resmi

    Ayşe Aktaş: Bir TEDX konuşmanızı izledim. “Kahramanlık güç değil cesaret, cesaret dünyayı iyilikle değiştirmek için mücadele etmektir. “Dediniz. Sizi bu mücadeleye yönlendiren ne oldu?

    Mine Rana Kahramanoğlu :5 yaşında iken avukat olma hayalim vardı. Ve içimde yanan haksızlıklara karşı dimdik durmak, bu dünyaya geliş amacımı bulmak ve bunun için mücadele edebileceğim doğaya, hayvana, insana dair yaşam hakkını savunmak ateşi o yaşlarda içimde alevlenmişti. İnsan büyüdükçe ve dünyanın tüm kötülüklerine şahitlik edince hangi tarafta ve nasıl duracağına daha iyi karar veriyor. Öylece durmak da kötülüğe, haksızlığa taraf olmak demek. Mesleğimin getirdiği mücadele ruhu da içimdeki ruhla birleşince yol beni buraya getirdi. Kötülük örgütlü değildir ama iyiliğin örgütlenmeye ihtiyacı var çünkü iyiliği yalnız bırakırsak kaybolur. O nedenle dünya daha yaşanabilir, her canlı için daha mutlu ve huzurlu bir yer olsun istiyorsak cesaretimizi iyilikle birleştirmeliyiz.

    Ayşe Aktaş: Bu alanda çalışmak sizi ve hayata bakışınızı nasıl etkiledi?

    Mine Rana Kahramanoğlu: Ucim Saadet Öğretmen Çocuk İstismarı ile Mücadele Derneği ile yolumun kesiştiği, iyiliğin bu derece kalben ve ortak ruhla korunduğu bir yerde olmak umudumu ve yaşama olan o eşsiz güvenimi daha da arttırdı. 2017 yılından beri de iyiliğin mücadelesini gördüğüm, gerçekten umudun yeşerdiğini hissettiğim bambaşka bir yolculuk bu. Elbette mücadelemizin konusu hiç kolay değil ama bunu yaşayan çocuklardan daha çok acı çekemeyiz, onların kahramanlığını gördükçe daha da sarılıyoruz bu mücadeleye.

    Sanırım bu yolu anlatan en iyi kelime: UMUTTAN VAZGEÇMEMEK

    Haber Resmi

    Ayşe Aktaş: UCİM olarak yaptığınız çalışmalardan bahseder misiniz?

    Mine Rana Kahramanoğlu: Ucim’in 13 ilde Önleme Ofisleri ve Türkiye’nin neredeyse her ilinde de gönüllüleri ile yürüttüğü koordinatörlükleri var. Hem hukuki hem de rehabilitasyon desteği ile 7/24 çocuklarımızın yanındayız. Çocuk hakları alanında hem istismar hem ihmal hem de haklar açısından birçok eğitim vermekteyiz. Ayrıca eğitim desteği vermekte ve gelen bağışlarımızla çocuklarımıza burs desteği de vermekteyiz. Ucim’in davalardaki takip gücü ve ihbar sistemi eşsiz. Gönüllü avukatlarımızla davalar ve vakaların ihbarında hemen müdahale ederek ilgili kurumlara gerekli ihbarları yapmakta ve takip etmekteyiz. Davalarda da sonuna kadar çocuklarımızın yanınızdayız. 

    Ayşe Aktaş: “Masumların sesi ol” çağrısı ile UCİM bugüne kadar kaç çocuğa ulaştı? Müdahale ettiği vakalar hakkında bilgi verebilir misiniz?

    Mine Rana Kahramanoğlu: 2024 yılında 120 dava dosyası takip etmiş, 250 celse de çocuklarımızın yanında olmuş, 85 bin üyesi bulunan, 30 öğrenci topluluğu ile üniversitelerde gençlerle el ele yürüyen, 300 bin kişiden fazla kişi ile ihmal ve istismar ile ilgili etkinliklerde buluşan bir derneğiz. Belki sosyal medyada ve kamuoyunda yankı uyandıran tüm vakalarda Ucim’in adını duymaktasınız ancak sosyal medyada yer almasa da bizi derinden etkileyen birçok davada ve vakada çocuklarımızın yanındayız.

    Haber Resmi

    Ayşe Aktaş: Karşılaştığınız en büyük engel nedir?

    Mine Rana Kahramanoğlu: İstismar kelimesi özellikle kurumlar açısından sakıncalı kelime olarak kodlanmış olsa da artık toplumda Ucim sayesinde hem istismarı ve hatta ihmali konuşmakta, eğitimlerle farkındalık yaratmakta ve birçok insana ulaşıp ihbar etmesini sağlamaktayız. Toplumun en büyük görevi çocukların sesi olmak ve çocukların konuşması için muhakkak ses çıkarmak. Bunu da ihbar yükümlülüğü, eğitimlere iştirak ile sağlamaktayız.  Engeller birer birer mücadelemiz sayesinde kalkmakta artık daha çok insana ve çocuğa ulaşmaktayız.

    Ayşe Aktaş: Aileler çocuklarının istismara uğradığını nasıl anlayabilir? Hangi sinyallere dikkat etmeliler?

    Mine Rana Kahramanoğlu: Çocukların istismara uğradığını doğrudan söylemeleri her zaman mümkün olmaz; bu yüzden ailelerin hem davranışsal hem de bedensel bazı sinyalleri fark edebilmesi hayati önem taşır. İstismarın türü fiziksel, duygusal, cinsel ya da dijital olabilir. Davranışsal ve psikolojik değişimleri doğru algılamak, sosyal davranışlarda değişim, fiziksel belirtiler (takıntılar, ağız yaraları, sık idrar yolu enfeksiyonu vb.) , cinsellik hakkında yaşına uygun olmayan bilgiler ya da davranışlar göstermesi, oyuncaklarla ya da diğer çocuklarla cinsel içerikli oyunlar oynaması, cinsel içerikli konuşmalar yapması, cinsel organlara aşırı ilgi ya da korku, belirli kişilerle yalnız kalmaktan kaçınması. Çocuklar asla istismar olaylarından sorumlu değildir. Sinyalleri erken fark etmek hem çocuğu korumak hem de uzun vadede travmanın etkilerini azaltmak açısından çok önemlidir.

    Ayşe Aktaş:UCİM olarak çocuklara ve ailelere vermek istediğiniz en önemli mesaj nedir?

    Mine Rana Kahramanoğlu: Önce önlenmek sonra korumak ve mücadele etmek. Bunun için de çocuklarımızla doğru iletişimi kurmak, duygusal ve fiziksel ihmalin önüne geçmek. İstismarcıları yok etmeyi hepimiz isteriz ancak bu yüzyılda mümkün görünmüyor o zaman onlara karşı iyiliği örgütleyip farkındalığımızı arttırmalıyız.  Çocuklara alan açmalı, onlarla bu yolu beraber yürümeliyiz.

    Ayşe Aktaş: Okurlarımız çocuk hakları için ne yapabilir? İlk adım ne olmalı?

    Mine Rana Kahramanoğlu: Çocuk hakları, çocukların korunması değil; onların birer birey olarak tanınmasıdır. Bilinçlendirme, sessiz kalmamayı öğretme, sınırlarını belirleme, zorbalığın her türlüsüne karşı mücadele etmeyi öğretme, çocukları aktif vatandaşlık hakkında yönlendirme, ihbar yükümlülüğünü yerine getirme tüm bu adımlar gerçekleştiğinde çocuklarımızın güvenli ve mutlu bir geleceği olacaktır.

    Haber Resmi

    Bu röportaj, bir çağrı:
    Sessiz kalma. Görmezden gelme. Çünkü her çocuk korunmayı hak eder.